Hayatı Anlamlandırma Yolculuğu
- Mücahit Sakar
- 28 Mar 2019
- 2 dakikada okunur

Kendimi bildim bileli hep meraklı biriydim. Gördüğüm nesneleri, yaşadığım durumları ya da çevremdeki olayları sorgulamak hayatımın hep önemli bir parçasını oluşturmaktaydı. Bu sorgulama özellikle 11.sınıftaki Felsefe dersiyle bir zemine de oturmaya başlamıştı. Her ne kadar kariyerimi farklı bir alanda şekillendirmek istediğim için Felsefe’yi üniversite bölümü olarak seçmesem de arayış ve anlamlandırma çabasına hep devam ettim, aslında halen ediyorum. Bu noktada beni en çok düşündüren ise dünyada bu kadar farklı insan tipinin ve durumun olması.
Örneğin; Boğaz’daki yalısında içkisini yudumlayan ve çocuğunun ilaç parasını denkleştiremediği için ağlayan insanlar neden aynı gezegende ve hatta aynı ülkede yaşıyor? Amerikan bir genç hafta sonu yüzlerce dolar harcayıp ailesiyle birlikte NFL maçına gidiyorken Yemen’deki genç neden ailesiyle yaşam savaşı verip en sevdiği kişilerin silahlarla öldürüldüğünü görüyor?
Bu arayış sürecinde her düşünceye eşit uzaklıktaydım, çünkü amacım bir şeye bağlanmak değil önümdeki denklemi çözebilmekti. Bu arayış sürecinde pek çok şey öğrendim, mesela çoğu insan için inanç aslında çıkarcılıktan ibaretti. Onlara göre bu arayış süreci bir riskti ve olayları sorgulamayıp koşulsuz olarak itaat etmeliydim. Yoksa cehennemde yanabilirdim. Onlara şunu sordum: “Cehennem riski olmasaydı bu ibadetleri yapar mıydın?” Çoğu muhtemelen yapmayacağını söyledi, en azından dürüstlerdi. Bu gibi anlarda Yunus Emre’yi çok daha iyi anladım.
“Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç huri.
İsteyene ver onları,
Bana seni gerek seni.”
diyen Yunus Emre, aslında bu düşüncedeki insanlardan daha 700 yıl önce yorulduğu için yazmıştı bu dizeleri. “Bak elin ayağın tutuyor şükret; gözü görmeyenler var, ayağı olmayanlar var.” cümlelerini kurabilen biri, sizi nasıl bir düşünceye yönlendirebilir ki zaten? Bu zihniyete göre Türkiye’deki 8 milyon birey engellerinden dolayı isyan etmeli öyleyse.
Yıllardır süren arayış ve anlamlandırma yolculuğum bana şunu öğretti; hayat yalnızca bir oyun. Koşullara göre oyunun içeriği ve oyuncular değişse de ana tema hep belli. Her oyuncu belli bir süre sahnede kalıyor ve kendi rolünü icra edip oyundan çıkıyor. Dolayısıyla; zengin ve güzel/yakışıklı olmak ya da kıtlık yaşanan bölgede içecek damla su aramak sadece bir durumdan ibaret. Herhangi birisi daha iyi ya da diğeri daha kötü değil. Bütün bunları görmek,
“Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim.
Aşkın ile avunurum,
Bana seni gerek seni.”
diyen Yunus Emre’nin felsefesini daha iyi anlayabilmemi sağladı. Aslında kendi arayış sürecim Yunus Emre’den bağımsız ilerlemişti. Başka birilerinin sözleri ya da ideolojileriyle ilerlemeyi hep yanlış bulmuştum fakat gördüğüm şeylerin aynısını 700 yıl önce gören birinin olması gerçekten keyifli bir his. Bu arayış ve anlamlandırma süreci yaşam boyu pek çok konuda devam edecek ve gelecekteki bakış açılarımı elbette şimdiden bilemem fakat bu süreçlerin hepsinin çok değerli olduğunu ve beni zihin açısından farklı bir noktada konumlandırdığını söyleyebilirim.
Comments